// body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...
// etiketinden önce aşağıdaki kodu ekleyebilirsiniz. // body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...

Etiketler

Tarih

Kategoriler

04 Eylül 2014

" Unutkanlar Şanslıdır " Eternal Sunshine Of The Spotless Mind (2004)













 İnsanın hafızasına dair silmek istediği fikri her zaman sihirli bir fikirdir, gerçekliğine dönersek yaşanılan bazı kırıklıklar,kırgınlıklar insanın yorgunluğuna en sert yumruk olabilir. Unutmak ile unutmamak arasında bazı ruhların keskinliği vardır. Bu sözlerden yola çıkarsak Alexander Pope’un “Eloisa to Abelard” şiirinden alıntı Michel Gondry’nin yönetmenliğini yaptığı “ Eternal Sunshine of the Spotless Mind”  bu temayla rotasını çiziyor.

 Film, konseptini 1998 yılında  hikayenin oluşmasına katkı sağlayan yardımcı yazar  Pierre Bismuth ile Michel Gondry’nin  arasındaki konuşmalardan geliyor. Bismuth, bir erkek arkadaşının birinden şikayet etmesine karşın bazı insanları zihinlerinden silme konusunu düşmüştü, bu da Eternal Sunshine of the Spotless Mind’ın konusunu oluşturmuştu.

 Filmin konusu yaşanan aşkı unutma ve yaşadığınız anıları sildirmek üzerine kurulu temasıyla yola çıkıyor. Dümdüz bir hayatı olan işten eve evden işe giden, sessiz sakin asosyal bir  olan adamla, hayatı neşeyle dolu  anında fikir değiştiren bir kadının hayatına tanıklık ediyoruz. Filmin başından itibaren işi asarak trene atlayarak başka bir şehre giden Joel’in kendi iç sıkıntılarını hissettirdiği melankoliğe tanıklık etmiş oluyoruz. Joel, içine kapanık, işten işe giden bir karakter olarak karşımıza çıkıyor, kendi hayatına dair bir yenilik istiyor. “Keşke biriyle tanışsam bunun ihtimali çok düşük” diyerek de kendi utangaçlığını açığa çıkarıyor.

 Daha sonrasındaki iç ses trende karşılaştıkları kadına karşı kendi iç sesinden söylediği “ Neden bana azıcık ilgi gösteren her kadına aşık oluyorum “ cümlesinden biraz olsun Joel’in karmaşık dünyasına adım atıyoruz. Bu yolculukta kadın karakterimiz olan Clementine’de hiperaktif, içgüdüleriyle hareket eden anı yaşamak isteyen biri olarak karşımızda. Joel’in kendi hayatını özetlediği cümle ise “işe gider,eve dönerim” cümlesinden ibaret oluyor. Yaşanamamış kendi içinde boşluğu olan bir karakteri hatırlatıyor bize Joel.

 Filmin ilk yarım saatinde tanışma hikayeleri, kendi aralarındaki kurduğu bağlar ve bunun sonrasında gelişen süreç Clemente’nin bir doktora giderek hafızasını sildirme yolculuğuna uzanıyor… Film daha bu bölümüyle itibaren atmosferi olarak geçişlerde eksiklik yaratıyor. Clementine’nin hafızayı sildirme sonucu aynı metodu kendi üzerinde uygulayan Joel’in hem makineye girmesi,hem de anılarını izliyoruz. Bu anıları izlerken fark ettiğimiz şey Clementine’nin değişen saç rengi oluyor. Gelgit’lerle devam eden bir süreci takip ediyoruz, içine kapanık dünyasında hiperaktif karakter olan sürekli eğlenceli görünen Clementine’ye karşı Joel’in cevabı “sürekli konuşmak iletişim kurmak değildir “ cümlesinden ibaret oluyor.

 Kırgınlık,melankoli,hüzün kavramları Joel üzerinden kendi içsel sıkıntısıyla kendiliğinden geliyor. Filmin dili bir minvalde oluyor. Joel’de tam burada “ biz de o restoranlarda acıdığımız çiftlerden miyiz? Yemek yiyen ölüler miyiz “ diye sesleniyor bize… Filmin hikayesinde bir tutarsızlık ya da hikayeyi diri tutamama gibi bir sorun beliriyor. Joel’in iç karartıcı melankoli hissi, Clementine’nin ani değişen fikirleri ile “ kafama eseni yaparım ben “ tavrı ile devam eden hikayeyi tutturamama, ayakta tutamama hissiyatını almak zor değil. Joel’in kendi iç sıkıntısı,aşka düştüğü durum ve sonrasında çocukluğuna inen evreye tanıklık ediyoruz. Filmin dili genel anlamda hafızayı silmeyi bir video gösterisi altında puzzyle gibi tamamlıyor. Hatalar azalıyor,çoğalıyor,düzeltme aşamasına gidiliyor ve hepsi sonra parça parça toplanma aşamasına geçiliyor.

 Filmin final bölümüne geçiş kısmında   gel-git’li hafıza odaklı geri dönüşlerin sonrasında Clementine ve Joel karakterine odaklanıp ilişki bazında yaşananlara tanıklık etmek tekrardan bir drama yaşatmasını biliyor izleyene.  Hem bu bölümde karakterlerinin geçmişine odaklı melankoli hava yaratmasının minvalinde hissiyat olarak atmosfer dramasını yaşatmasını biliyor,hem de hikayenin gidişi olarak da biraz olsun geçmiş bölümlerde anlatamadığı hikayesini sonlara doğru tamamlanmış oluyor. Hikayenin bu bölümünde kendi hafızalarını sildirtmesiyle alakalı kaset kaydı ise filmin en dramatik ve hissiyat olarak en derin kısmını oluşturuyor. Filmin bitiş kısmındaki ilişki arasındaki çatışmalar, kadın karakterin duygu değişimleri, erkek karakterin o boşluk hissiyle tamamlanan mutlu son bitişi de filmi bağlamasını iyi biliyor.

 Oyunculara gelirsek… Kendi iç dünyasındaki baskın karakteri ve kendi boşluğundaki dünyayı yaratan bir karakter olan Joel karakterine can veren Jim Carrey her ne kadar komedi filmleriyle bilinen bir oyuncu olsa da, bu filmde hüznü kendisine yakıştırmanın ötesine bir işe imza atıyor, yanında Clem/Clementine karakterine can veren Kate Winslet rol gereği olsun duygu değişimlerinin yarattığı hissiyatı seyirciye yansıtmasını iyi biliyor. Bunun yanında yan karakterlerden Doktor Mierzwiak karakterine can veren Tom Wilkinson rol olarak daha fazla filmde yer alması gereken bir karakter olabilirdi izlenimini taşıyor.

 

Filmin diğer detaylarına gelirsek; filmin çekimleri filmin zorluğu nedeniyle bazen 17 saat sürebiliyordu, bununla birlikte filmin görüntü yönetmeni Ellen Kurras ile birlikte yönetmen Michel Gondy bazı konularda anlaşamıyordu. Filmin ışığı ile ilgili bazı sorunlar oluyordu ve bir diğer konu görüntü yönetmeniyle alakalı oyuncuların irtibat kurması gerekiyordu,ki görüntü yönetmeninin elinde notların olmaması dezavantaj sayılmıştı. Charlie Kaufman, yapım sırasında yeniden senaryoyu yazdığı bazı kaynaklar arasında geçiyor. Filmde yer alan “ Naomi” karakteri ise Kaufman tarafından olması gereken bir isim olurken yapım ekibinin fikrine uymadığı için sahneleri kesilmek zorunda bırakılıyor.

 

 Sonuç olarak; kendine özgü senaryosuyla öne çıkan, hikaye anlatımında eksiklik yaşayan, ödüle doymayan bir film olan “ Eternal Sunshine of the Spotless Mind”  insanın hafızasını sildirmesi parolasıyla yola çıkan filmin son yarım saatiyle hikaye anlatımıyla derinlik hissiyatı taşıyan Nietsche’nin “unutkanlar şanslıdır, çünkü hatalarının derdini çekmezler” sözünün ağırlığını da filme yerleştiren, yine de mükemmeliği aramış olan erkek/kadın dünyasına bir eleştiri bırakmayı unutmuyor.  

 İzlerken Altını Çizdiklerim:

 

 

" Sürekli konuşmak iletişim kurmak değildir."

 

 “keşke biriyle tanışsam bunun ihtimali çok düşük. “

 “neden bana azıcık ilgi gösteren her kadına aşık oluyorum”

“bu gece biriyle yattığını var sayıyorum

İnsanlara kendini sevdirme yöntemin bu değil mi “

 

“biz de o restoranlarda acıdığımız çiftlerden miyiz? Yemek yiyen ölüler miyiz”

“bence insanlar çocukların ne kadar yalnız olduklarını anlamıyorlar”

 

“unutkanlar şanslıdır,çünkü hatalarının derdini çekmezler…” Nietchshe

“seni tavladım değil mi

Tüm insan ırkını tavlamışsın…”


Cem Kurtuluş,2014



0 yorum: